Sessizlik

Sessizlik sözlüklerdeki anlam karşılığında olduğu gibi ses yoksunluğu mudur? Bütün evreni çevreleyen nesnelerden bağımsız mutlak sessizliğe ulaşabilir miyiz? Modernizm ile etrafımızı kuşatan bu sesli ortamda sessiz kalma durumu oldukça yüzeyde kalmadı mı? Bu gürültülü dünya hayatında insan kendi içinde sessizliğe ulaşabilir mi? Veyahut bir acının yoğunluğunda mı sadece sessizliğe ihtiyaç duyarız? Çünkü bazen hayatta öyle anlar olur ki sûkut etmek konuşmaktan daha etkili olur. Bu sessizlik hali içsel bir hesaplaşma hali olduğunda bilgelik doğar. Fakat bazen de sessizlik en büyük haykırışıdır insanoğlunun. Dünyada ki en güzel eserler bu haykırışın ürünü değil midir? Örnek verecek olursak Edward Munch "Çığlık"adlı eserini varoluşçuluk temellerine dayanarak derin bir sessizlik teması içinde yaratmadı mı? Veya Rembrant'ın "Meditasyondaki Filozof" adlı tablosu baştan ayağa sessizlik temasını yansıtmıyor mu?
Derinlik,sessizlikte ortaya çıkar. Alman filozof ve varoluşçuluk felsefesinin en güçlü temsilcilerinden Martin Heidegger:
"Sessizlik,sözün en gerçekçi kipidir; yalnızca konuşabilen susar."
der. İnsan sessizliğin yoğunluğunda yeşerir. Çünkü insan sessizlik halinde durup düşünmenin farkına varır. Dış dünyadaki alemden uzaklaşarak kendi iç dünyasında en gerçekçi sorgulamaları yaparak bir mânaya varır. Dolayısıyla sessizlik insanın kendini tanıması için de bir başlangıçtır. Fakat sanayi devrimden günümüze kadar olan süreçte sessizlik insandan uzaklaşmış ve dünya sesin yükselen tiranlığına kurban gitmiştir. Bununla birlikte insanoğlu, insanca yaşamanın tek yolu olan sessizliği de arar olmuştur. Makineleşme karşısında ise bazı benlikler bunalıma doğru sürüklenmiş ve sessizliğin inzivasına çekilmek için farklı yollar aramışlardır. Bu bazen bir kaçış bazen de bir arayış biçiminde olmuştu
Mevlana:
"Sessizliği dinleyin,söyleyecek çok şeyi var."
Sessizlik bir istirahat halidir. Öyle ki bu sessiz kalma hali İslamiyette; Zen ve Budizm inançlarında ve diğer dinlerde de özellikle öğütlenmiştir. Sükût insanın dış dünyadaki şeylerden tamamen ayrılarak kendi "öz"üne dönmesinin altın biletidir. İnsan bu sayede yaşamla gerçek bir bağlantı kurar ve maddeden ayrılır. Bu hâl insana sakinlik ve yaşam karşısında vakur olmak gibi olgular kazandırır. Bu sayede insan hayatını daha dengeli ve daha huzurlu bir biçimde yaşamaya başlar. Dolayısıyla gürültüden sıyrılmak bireyin sıkışmışlık ve huzursuzluk hissini geride bırakır.
Osho:
"Yalnızca sessizliği bilenler nihai hakikate yaklaşabilir. Kimse kimseye hakikati getirmemiştir ve sessizliğin ne olduğunu bilmediği müddetçe de kimse kendini nihai hakikate erdiremez. Kendimizi yirmi dört saat boyunca konuşmaya kaptırmış durumdayız. Bir süre sessiz kalma fırsatımız olsa bile, sessizliğin kendisi sanki birçok soruna yol açıyormuş gibi geliyor bize; huzursuzlaşıyoruz ve zamanı nasıl geçirebiliriz diye endişe ediyoruz."

Örneğin peygamberler ve din alimleri yaşadıkları toplumun kirliliklerinden uzak kalmak için uzlete çekilmişlerdir. Dolayısıyla onlar kendi "enlikleriyle buluşmuş ve nefisleriyle murakabe içinde olmuşlardır. Bu sayede derin bir mistisizme sahip olmuşlardır. Ya da başka bir örnek vermek gerekirse ruhani öğretmen ve filozof olan Buda sessizliğin inzivasına çekilmek için sarayını terk etmiştir. Buradaki en büyük amaç kendisini yaşlılıktan, hastalıktan, acı çekmekten ve ölümden azat edecek bilgelik arayışıdır. O, sükut halinde meditasyonlar yapmış bu sayede sağlıklı ve dengeli duruma gelerek uyanışını başlatmıştır.
Sessizliğin olmadığı yerde kaos kaçınılmazdır. Bu öyle bir şey ki insan artık yanındakini dinlemez olur. Bundan dolayı sosyal ve duyusal bağlar zayıflar en nihayetinde yok olur. Ve insan kendine bile yabancılaşmaya başlar çünkü artık kendi sesini de duyamaz hale gelir. Albert Camus'un "Yabancı" adlı romanında ki Meursault karakterini tam olarak bu atmosfer içinde oluşmuş bir tiplemedir. Yabancılaşmanın farklı aşamaları olsa da Camus'un bu eseri adeta kendine yabancılaşan insana manifesto niteliğindedir. Aslında kendine yabancılaşan insan daha sonra topluma karşı yabancılaşmış ve bu durumda bireyde vurdumduymaz bir hâl yaratmıştır.
"Ey insanoğlu,sende yeryüzünün bir parçasısın.Onun üzerinde yaşıyorsun. Sende Allah'ın buyruğuna kaza ve kaderine karşı gelme toprak gibi ol ve sus. Sizi topraktan yarattık (Taha:55) ayetini duydun işittin. Bu ayeti biliyorsun. Demek ki Cenab-ı Allah,senin de toprak olmanı istiyor. O zaman ilahi taktire karşı gelme, sende toprak gibi sus ve sessiz ol."
Mevlana
Zihnin sürekli düşünmesi bireyi andan uzaklaştır. Çünkü konuşan zihin insanda durmak bilmeyen bilinç akışını doğurur. Modern çağda tüketimin hızlılığına yetişmeye çalışan insan bundan dolayı anda duramaz. Her şeyin oldu bittiye getirilerek yaşanmasıyla da anın kıymetini ve anlamını bilemez. Bu süreç gittikçe insan ruhunda çatışmalar başlatır. Bu sebeple insan çareyi sessizlikte arar. Çünkü bu kargaşadan kurtulmanın tek yolu sessizliğin sağladığı haldir. Fakat bazen sesten uzaklaşan birey Misoneizm tutulması (değişiklik korkusu, yenilik korkusu) yaşar. Bunun nedeni sese alışan insan, sessizlikten gelen gize yabancıdır. Sessizlikte zaman uzar ve sese alışan insanoğlu için bu bir tehlike sinyali olabilir. Bu tehlike bazen de yalnızlık ekseninde gerçekleşir. Bunun nedeni insanın sessizliği yorumlama biçimiyle ilgilidir. Oysa sessizlik insanın yalnızlaşması değil,kendi benliğine dönüşüdür dolayısıyla insanlardan kendini soyutlamak değildir.
Sessizlik dilin bir an'ıdır; susmak dilsizleşmek değildir.konuşmaktan kaçınmaktır. Yani gene bir tür konuşmadır.
–Sartre
Sessizlik, sözü filtreler. Çünkü meselenin söz olmadığını anlayan kişi söze dökülmeyenleri yakalar. Bu sayede sözün bittiği yerde onu bir düşünme şekli olarak algılar."Bin düşün bir konuş." atasözü bu duruma atıfta bulunur. Nitekim insan anlattığı şeylerle mesul tutulur. Bir insan ne kadar çok konuşursa anlattığı şey bir o kadar anlamsızlaşır ve sıkıcı bir hale gelir. Bu nedenle sessizliği benliğine işlemiş insan her daim öz konuşur. Ayrıca düşünülmeden ağızdan çıkan bir söz bazen de insanı ipe götürecek kadar güçlüdür. Tarihte "Hallac-ı Mansur"un önce zindana, daha sonra idama gönderilmesi buna bir örnektir.

Son olarak seslerin herhangi bir denetimde olmadığı çağımızda sükunet halini muhafaza etmek oldukça zordur. Sadece sessizliğin rahatlatıcı ve huzurlu halini deneyimleyen biri kendi hayat yolculuğunda bir derinlik veya yaratıcılık duygusunu yakalayabilir. Çünkü iç içelik duygusu sadece sessizlik halinde mümkündür .Bunun neticesinde benlikte hesaplaşmalar başlar. İnsanın "ben" bilincini gelebilmesi, beniyle içsel bir hesaplaşmadır. Dolayısıyla sessizlik dış dünyadaki nesnelerin sesini susturmak değildir, alışılmamış bir durumun içinde olmak da değildir. O kendinizle sağlamanız gereken bir olgudur dolayısıyla kaçış değildir. Nitekim benliğini duymayan insan dünyadan dışlanmış gibi hissetmesi olasıdır. Kendi için sessiz kalamayan insan başka şeyleri de susturamaz. Turgut Uyar'ın da dediği gibi:
"Durursa anlaşılır saatin kaç olduğu.."
Vesselam.