Franz Kafka’dan Hayata Dair 5 Büyük Ders: Yabancılaşmadan Özgürlüğe
Prag doğumlu Franz Kafka (1883-1924), yaşam ve ölüm, iyi ile kötü arasında bizleri düşündürerek sanatını ortaya koyan ve günümüze kadar belki de milyonlarca insana ilham olmuş büyük bir yazardır. Kafka'nın bir özelliği kötülükten çok korkması ve her an kötü bir şey olma duygusunu sürekli dile getirmesidir. Kötüyü anlatırken iyinin yanında olur ama Kafka'nın görüşünde iyiler her zaman kaybeden taraftır. Ömür boyunca varoluş sancıları çekmiş ve bunu eserlerine yansıtmıştır. Eserlerinde çağımız insanının korkuları, kararsızlıkları, yalnızlığı, kendisini işyerinde değersiz hissetmesi, kendi kendine yabancılaşması, aşırı itaatkârlığı ve çevresiyle iletişimsizliği konularını işlemiştir.
Franz Kafka'nın yazdığı metinler yalnızca edebi birer eser değil; modern insanın yalnızlığı, yabancılaşması ve içsel çırpınışları üzerine birer fısıltıdır. Kafka bize ders vermek için çabalamaz fakat her okuyucu kendi dersini satırlar arasından alır. Ben de Kafka'nın eserlerini okurken hayatıma ışık tutacak beş önemli ders çıkardım. Bunların her biri, Kafka'nın kaleminden insan ruhunun en kuytuda saklı gerçekleri arasında kurulmuş bir köprü gibi..
1.Yabancılaşma "İnsan önce kendine yabancı olur."
Kavram olarak "yabancılaşma" bireyin kendisini bir bütün olarak hissedememesi ve bu sebeple de bilincine yönelik bölünmelere yol açan eylemler ve deneyimler yaşaması hali olarak ifade edilmektedir. Yabancılaşma, kapitalizmin etkisi ile toplumun değerlerini ele geçirmiş ve toplum üzerinde egemenlik kurarak insanın kendine ait olan herşeye yabancı hissetmesine neden olmuştur.
Kafka'nın büyük bir ilgi çeken eserlerinden biri de Dönüşüm eseridir. Yazıldığı dönemden bugüne bir insanın hamam böceğine dönüşüm hikayesi okuyucuda uyandırıcı bir etki yapmıştır. Yabancılaşma sürecinde seçilen böcek metaforu bize aslında Kafka'nın iç dünyasını da yansıtmaktadır.

Kafka'nın şu cümlesi, yabancılaşmanın insan ruhunda nasıl başladığını çarpıcı bir açıklıkla gösterir:
"Sonsuzluk yolunda nasıl böylesine kolayca ilerlediğine hayret eden birisi vardı; gerçekte hızla bayır aşağı yuvarlanıyordu."
Franz Kafka'nın Aforizmalar adlı eserinden okumuş olduğum bu cümle, insanın kendi hayatına dışarıdan bakıldığında büyük yanılgıları gösteren derin bir sözdür. Bakıldığında insan "Sonsuzluk yolunda ilerlediğini" sanmaktadır; yani yaşam yolculuğunu anlamlı, kontrollü ve bilinçli bir gidiş gibi yorumlar. Oysa gerçekte yaptığı şey bayır aşağı yuvarlanmaktır. İşte insanın benliğinden uzaklaşma hâli de burada başlar. Bu farkındalık eksikliği modern insanın en büyük sorunlarından biri olan yabancılaşmayı doğrudan temsil eder.
Her ne kadar hayatı kendi seçimlerinizden ibaret olarak görsek de aslında toplumun beklentileri, aile baskısı, iş düzeni ve görünmez normlar tarafından yönlendirilmekte bazen de yönetilmekteyiz. Bu yüzden kendi yolunda yürüdüğünü sanan insan, ruhen ve zihnen bir boşluğa doğru sürüklenmektedir. İnsanın kendine yabancılaşması da burada başlar. Burada bahsi geçen yabancılaşma insanın hem kendisine hem çevreye olan yabancılaşmasıdır.
Kafka'nın eserlerindeki kahramanlar gibi, insan da bazen kendi duygularını, arzularını, sınırlarını ve gerçek yönelimlerini göremez hâle gelir. Çoğunlukla ilerlediğini düşünse de içsel anlamda bir çöküş yaşar. Bayır aşağı yuvarlanmak, insanın içindeki çelişkilere körlük derecesinde anlayışsızlıkları gibi de yorumlanabilir. O halde önce dürüst olmakla başlayalım kendimize. Okuduğumuz bölümden, yaşadığımız hayattan, seçimlerimizden mutlu muyuz? Bu sorgulamaları hayatımızdaki herkese ve her şeye karşı yapabiliriz. İnsan kendi iç sesini susturmaktan vazgeçip, gerçekten ne istediğine kulak verdiğinde kendine yabancılaşmayı bırakır. Çünkü yabancılaşmanın panzehiri, dış dünyanın gürültüsünden sıyrılıp kendine doğru atılan o cesur ilk adımdır.
2.Bürokrasi: "Yaşam bazen mantıksızdır, ama yine de ilerlemeliyiz."
Kafka'nın Dava ve Şato romanlarında inşa edilen bürokrasi anlayışı adeta sisli bir labirenttir. Kurallar vardır ama kimse bu kuralların nereden geldiğini bilmez; kapılar vardır ama hangisinin nereye açıldığı belirsizdir. Kafka'nın şu sözü bu dersin omurgasını oluşturur: "Dünyadaki uyumsuzluk, şükür ki, sadece sayısal bir uyumsuzluğa benziyor." Bu cümle, hayatın ve bürokrasinin doğasını acı bir gerçeklikle ortaya koyar: Her şey uyumsuz, karmakarışık ve mantık dışı görünür; ama yine de sistem, sanki olması gereken bir şeymiş gibi işlemeye devam eder.
Dava romanında Joseph K. bir kurbandır ve bunu kabullenir. Ancak Şato'da kabullenmez. Camus'ye göre Şato'da K. "kurtuluşunu arayan bir ruh"tur. Dolayısıyla Dava ve Şato romanlarında, hiçbir zaman tam olarak anlayamadıkları ama boyun eğmek zorunda kaldıkları bir bürokratik yapının içinde sıkışıp kalırlar. Tıpkı günümüz insanı gibi. Evrak, prosedür, zaman kaybı, yanlış yerde doğru şeyi yapmaya çalışma...
İnsan bazen neyle savaştığını bilmez; ama bazen de ilerlemekten başka seçeneği yoktur. Bu yüzden bürokrasi, yalnızca devleti değil, aynı zamanda hayatın kendisini temsil eder.
Mantıksızlığın içinde yol bulmak mümkün mü? Kafka'nın cevabı açıktır: Evet, çünkü uyumsuzluk da bir düzendir. Yaşam bize her zaman anlaşılır bir yol sunmaz; bazen sadece yürümemiz, bazen beklememiz, bazen de hiçbir şey anlamadan devam etmemiz gerekir. Kafka'nın dünyası bize, mantık arayışından çok dayanıklılığın önemli olduğunu anlatmaya çalışır. Çünkü hayatın bürokrasisi, güçlü olana değil, ilerlemeye devam edene kapı açar. İnsan çoğu zaman cevap bulamaz ama hareket ettikçe yolun kendisi şekillenir.
3.Dönüşüm: "Her insan bir gün kendini başka bir hâlde bulur."
Franz Kafka'nın en önemli eserlerinden "Dönüşüm" romanını bilmeyen yoktur. Romanda geçen "Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu." Bu cümle içinde hem bir metafor bulundurmakta hem de modern insanın çöküşünün sembolize etmektedir. Bizlerde bir gün uyandığımızda kendimizi tanıyamadığımız bir noktaya gelebiliriz. Bir ilişki, bir ölüm, bir sorumluluğun içinde sıkışmış hissedebiliriz ve orada kendimize yabancılaşabiliriz.
İnsanın benliği yıllar içinde kırılır, değişir, yeniden yapılır. Fakat Kafka Dönüşüm romanında karakterine bu değişimin en acı halini yaşatır. Hamamböceğine dönüşmek tercihi olmamıştır. Ailesi onu tanımamış hatta onu kabul etmemişlerdir. Tam tersine ondan kurtulmaya çalışmışlardır. Kafka, hamamböceği benzetmesiyle Gregor'un toplumun diğer bireyleri tarafından hangi şekilde algılandığının somutlaştırılmasını sağlamaktadır. Gregor, toplumda marjinalize olmuş, dışlanmış bir bireyi temsil etmektedir.Kafka burada bize şunu sorar: Biz kim olduğumuzu gerçekten seçebilir miyiz? Gregor seçemedi; ama biz seçebiliriz. İşte Kafka'nın bu hikâyeden fısıldadığı temel ders burada başlar.
Gregor'un hikâyesi trajik sonla bitse de aslında bir çağrı niteliğindedir. Hayatımızdaki krizler yeni bir hayatın başlangıcı olabilir. Bu bazen zorlayıcı, bazen acı verici, kimi zaman da özgürleştirici olabilir. Gerçekten öyle değil midir? Kendimizi görmezden gelmeye başladığımızda kendi sesimizi kapattığımızda her gün başka bir şeye dönüşürüz.
Kafka der ki: "Kendini sonsuz küçültmek ya da sonsuz küçük olmak. Birincisi mükemmellik, yani eylemsizliktir; ikincisi başlangıç, yani eylemdir."
Gregor da yıllarca kendini "sonsuz küçülterek" yaşamış isteklerini, hayallerini, bedenini ve ruhunu ailesinin yükü altında silmiş, varlığını bir görev duygusuna teslim etmiştir. Dolayısıyla burada insana verilen mesaj kendini yok sayanların hazin sonudur.
İnsan, benliği kırılmaya uğradığında ya içe doğru çöker ya da yeniden doğmayı seçer. Evet Gregor çöküşü yaşadı; ama biz her gün kendimize şu soruyu sorabiliriz: Kendimi küçültüyor muyum, yoksa yeniden başlamaya cesaret ediyor muyum? Çünkü benlik, ancak dönüşümün eşiğinde gerçek yüzünü gösterir.
4.Sessizlik "En büyük çığlık içeridedir."
Kafka üzerinde durduğu "yabancılaşma" kavramından daha fazla varoluşçu öğeler taşıyor olabilir mi? Varlık, zaman, hiçlik, ölüm, fırlatılmışlık, yalnızlık,can sıkıntısı, kaygı, korku, seçim, özgürlük,umut… Kafka eserlerinde, hayatın fırlattığı yerde kendini bulmaya çalışan, yaşamın anlamını arayan kahramanları vardır Kafka'nın. "İçsel sıkıntı" çeken kahramanlarına baktığımızda kendi benliklerinde çığlıklar atmaktadırlar.

İnsan iç sıkıntısı ile baş başa kaldığında varlığındaki hiçliğinin, tek başınalığının, sonsuz bir evren içindeki kaybolmuşluğunun farkına varmaktadır. Bazen bundan kaçmak için de kendini oyalayacak şeyler bulmaya çalışır. Fakat gerçek şu ki, insan bir uğraşı olmadığında düşünmek zorunda kalır. Fakat düşünceleriyle duygularıyla yüzleşmek yerine ondan kaçarsa o çığlıklar her gün içinde büyüyecek ve kendisini yaşama karşı da büyük bir korkuya itecektir.
Kafka'nın eserlerinde sessizlik, çoğu zaman görünmez bir çığlığa dönüşür.Eserlerine korkular, kaygılar, bastırılmış duygular ve henüz dile gelmemiş düşünceler eşlik eder. Dönüşüm romanında bir böceğe dönüşen adamın hikayesini de tam bir sessizlik içinde anlatır.
Aslında sessizlik insanı felç etmek yerine kendine dair farkındalık kazandırır. İnsan çoğu zaman sessizliğe kulak vermemek, bastırmak ister; ama Kafka gösterir ki, içimizdeki çığlık duyulmadıkça özgürleşmek mümkün değildir. İçsel sessizlik, yüzleşilmediğinde bir boşluk ve karanlık yaratır; fakat cesaretle karşılandığında, bilinç ve bilgelik doğar. Öyleyse gerçek özgürlük, kendi iç çığlığımızı duymaktan ve onunla yaşamaktan geçer. Sessizlik korkutucu olabilir, ama içindeki çığlık, bizi kendi varoluşumuzla yüzleştiren ve büyüten bir rehberdir.
5.Özgürlük "Kendi zincirini fark edene kadar mahkûm olduğunu anlamazsın."
Haruki Murakami "Kafka Kıyıda" adlı eserinde şöyle der:
" Sadece özgür olanlar dolaşabilir. Dolayısıyla kaybolabilirler. Özgür olmayanlar, dolaşamazlar; hayatları esirleri tarafından önceden belirlenmiştir. Onlar kendi başlarına kaybolamazlar."

Franz Kafka'nın "Özgürüm ve bu yüzden kaybolmuşum" dizesi, modern çağın temel bir paradoksunu özetliyor: Özgürlük, sabit anlamları, otoriteleri ve kalıpları ortadan kaldırır ve bu ortadan kalkmayla birlikte yönelim bozukluğu, sorumluluk ve varoluşsal yalnızlık gelir. Kafka'nın dünyasında özgürlük, dışarıdan gelen bir lütuf değil; tam tersine, insanın kendi iç karanlığında fark etmesi gereken bir uyanıştır.
Örneğin Dava'da Josef K., tutukluluğunu başta ciddiye almaz; kendini özgür sanan bir adamın, aslında görünmez bir mahkemenin parçası olduğunu anlaması ise ancak sona yaklaştığında gerçekleşir. Onu asıl mahkûm eden şey mahkeme değildir; "Ben suçsuzum" diyerek hayatının gidişatını sorgulamayı reddeden, pasif bir teslimiyettir. Kafka burada özgürlüğün ilk adımının "suçu olmayanın bile kendi zincirine bakması" olduğunu söyler. İnsan, zinciri koparmadan önce onu taşıdığını kabul etmek zorundadır. Aksi hâlde tutsaklık, yaşamın doğal ritmiymiş gibi görünür.
Kafka'nın eserlerinde içsel vicdan çoğu zaman yasa gibi işlev görür. "Özgür" olmak, kişiyi içsel taleplerden kurtarmaz; aksine özgürlük, kişiyi uzlaşmaz bir içsel yargıcın önüne çıkararak kaybolmuş hissettirir.
Dolayısıyla özgürlük, doğası gereği bireyi sürüklenmeye bırakır. Bunun sonucunda, Kafka'nın gördüğü gibi, bireyin "kaybolması" söz konusu olup olmayacağı, bireye ve onun yön duygusuna bağlıdır. Özgürlük, çoğu zaman dışarıda değil, insanın kendi içinde başladığı bir yolculuktur. Kendi zincirini fark etmek, her zaman acıtır; çünkü insan önce kendini suçlar, sonra dünyayı. Ama zincirin varlığını görmek, onu kırmanın da ilk adımıdır. Kafka'nın kahramanlarının bize gösterdiği gibi: Asıl mahkûmiyet, kapısı kilitli bir hücrede değil, kapısı açık olduğunu fark etmeyen bir zihindedir. Ve belki de özgürlük, o kapıdan çıkmayı göze alabilenlerin payına düşen en büyük cesarettir.
Sonuç: Kafka'dan bugüne kalan miras
Franz Kafka'nın yaşamı ve eserleri, karmaşık ve kayıtsız bir dünyada anlam ve kimlik arayışındaki bireyin mücadelesini somutlaştırır. Nispeten kısa yaşamına rağmen, Kafka'nın edebiyat, felsefe ve sanat üzerindeki etkisi muazzamdır. Modern varoluşun kaygılarını dile getirme yeteneği, eserlerini zamansız kılmış ve nesiller boyunca okuyucularla yankı bulmasını sağlamıştır.
Kafka'nın eserleri, varoluşumuzun doğası, içinde yaşadığımız sistemler ve başkalarıyla olan ilişkilerimiz hakkında derinlemesine düşünmeye davet ediyor. İnsan bağının kırılganlığını ve çoğu zaman şaşırtıcı bir dünyayla yüzleşmek için gereken direnci hatırlatıyor. Kafka, günümüzde bile, yabancılaşmış, yanlış anlaşılmış veya modern yaşamın amansız mekanizmasına hapsolmuş hissedenler için güçlü bir ses olmaya devam ediyor. Mirası, edebiyatın insan deneyiminin en karanlık köşelerini aydınlatma ve kendimizi ve çevremizdeki dünyayı daha iyi anlamamızı sağlayan bir ayna sunma gücünün kalıcı bir kanıtıdır.






