“Dersu Uzala (1975) Film Analizi | Doğa, Dostluk ve İnsanlık Üzerine”

Giriş: Film ve Temel Konu

Belki de insan kendine yabancılaştığı zaman etrafındakilerine barışçıl bir merasime çağırabilir. Davetsiz misafirleri yedirmekten, içirmekten çekinmeyen ve bunu son derece samimi bir şekilde sürdüren bir tiplemeden bahsediyorum. Günümüz toplumunda desem belki az kaçar. Modernleşme çağının bizden alıp götürdükleriyle ve kulağımıza farazi kaçacak bir tiplemeyle bizi karşı karşıya getiriyor Dersu Uzala'nın öyküsü.

Kitap ve Kurosawa'nın Yaklaşımı

Öncelikle filmin Vladimir Arsenev'in kendi otobiyografik bir dille kaleme aldığı aynı adlı kitaptan söz etmek lazım. Kitabını okumadığım için ufak tefek de olsa bazı bilgiler edinmeye çalıştım. İlk bakışta özensiz sinematografisine sahip, farklı şekilde kamera açılarına yönelip kendi yaratıcılığını konuşturamayan Kurosawa'nın bir ürünü olarak algıladım. Bu hikayeyi küçükken okuyup etkilendiği düpedüz aşikar. Çünkü Kurosawa elinden geldiğince hikayeye sadık kalmaya çalışmış. Karakter değişimlerini kitaptakine göre çok daha fazla ele almış. Böylelikle sinemasal koca bir yapıta çevirmiştir bana kalırsa. Onun bu yaklaşımından mütevellit, Kurosawa'nın bu yapıtını günümüze kadar ulaştırabilmesi ve kimilerinin hayati önem taşıyan film haline gelmesini sağlamasıyla, dünyanın modernleşme çağına ayak basarken hatırlayabileceği önemli bir insanlık dersi olarak konumlanabilir.

Dostluk ve İnsan İlişkileri

Arsenev ve Dersu'nun arasındaki bağı ele alarak izleyicinin/okuyucunun içindeki saklı kalmış hassas duygularını dostluk temasıyla uyandırmaya başlıyor. Dersu'ya karşı içimizin ısınması da buradan doğuyor denilebilir. Kurosawa, belki de Dersu'ya bakış açımızı daha geniş tutabilmemiz veya daha fazla fikir sahibi olabileceğimize müsait olduğunu düşünüp, gerçekçi ve sert bir yapıtındaki baş kahramanı olarak Dersu'yu seçmiştir.

Karakter Performansı ve Oyunculuk

Karakterin sonsuz yolculuğu çizelgesiyle bir araya getirdiğinizde, baş karakterin yani Dersu'nun oyunculuk performansının ne kadar başarılı olursa, filmin o kadar ileri taşınacağını daha net bir şekilde anlayabilirsiniz. Hakeza öyle ki, Maksim Munzuk gayet son derece başarılı bir performans sergilemiş. Tiyatro sanatçısı olduğundan karaktere bürünme kısmında pek zorlanmamıştır. Açıkçası şunu söylemek isterim; Dersu rolü, oldukça altından kalkılması zor bir iş olduğunu düşünüyorum. Hem Kurosawa, o çok sevdiği Toshiro Mifune'sinden bile Dersu rolü için vazgeçebildiğine göre, Kurosawa'nın cast seçimleri için ne kadar özen gösterebilmiş, dikkatinizi bu yönden çekmek isterim.

Dersu'nun Doğa ile İlişkisi

"Bunlar kötü adamlar, bağırmak."

Karakterimizin, nesnelere anlam katabilme veya sesleniş maksadıyla duygusal bir görüş açısı çizdiğini görüyoruz.

"Ateş kızgın, korkutucu.
Su kızgın, korkutucu.
Rüzgar kızgın, korkutucu."

Demek ki her gün karşılaştığı felaketlerin ardında bir sebep arayışına kapılmış. Bu da onu doğadaki tüm olgulara karşı bir somutlaştırma çabasına itmiştir. Film, doğa inancına dayanarak bu mevzulara giriyor. Neredeyse birçok sahnesinde, Dersu'nun hem bir grup kafileye anlattığı hem de Arsenev ile baş başa geçen diyalog sahnelerinin gerçeğini film içerisinde resmediyor.

Dersu'nun Zihinsel Derinliği

Atlanılmaması gereken bir husus var ki, Dersu yabancı kafileye katıldığından itibaren adeta bir deli muamelesi görmesine rağmen izleyiciye bu durumu iki türlü hissettiriyor. Acaba akıl sağlığı yerinde olmayan bir deli mi? Yoksa aksine, hayatı boyunca tüm deneyimlerini yoğurmayı başarmış bir bilge mi?

Yazar:Kerem Torun